"Çocuk deyip geçmeyin" derler ya hep... Bence çocuklar için söylenmiş en doğru sözlerden biridir. Çocuğu bir birey olarak görmek, saygı duymak, zora koşmamak sadece çocuğun değil; anne ve babanın da hayatını kolaylaştıran bir şey. Elbette belli sınırlar içerisinde.
Ben bunun faydasını en çok Duru'ya yeme alışkanlığı kazandırırken gördüm. Duru'un açlığına ve tokluğuna hep saygı duydum. Doğduğu ilk günden bu yana yemesi için zorlamadım. Reddettiği zamanlarda bazen çok üzülerek de olsa yemeği önünden aldım. Kaşık veya biberon ile peşinden koşmadım. Biliyordum ki o da doğadaki her canlı gibi aç olsa yer idi.
Ek gıdaya geçişimizle birlikte bir karar vermem gerekiyordu. Ya üzerini ve etrafı kirletme pahasına kendi başına yemesine izin verecektim ya da ben yedirecektim. Konu ile ilgili okuduğum bütün makaleler çocuğun kendi kendine yemesinin teşvik edilmesi üzerine idi. Ben de öyle yaptım.
Bizim evimizde televizyon açılmaz. Açılsa dahi izlenmez. Çok klişe geliyor kulağa biliyorum; ama sahiden de öyle. Takip ettiğimiz bir dizi yok. Ülke gündeminden dolayı haber izlemeyi de bıraktık. Açıkçası internet bu konuda daha objektif bir haber kaynağı. Ki zaten çok mühim bir gündem varsa gelip bizi buluyor. Dolayısıyla bu halden Duru da nasibini aldı. Televizyon izlemek için tutturan bir çocuk olmadı hiç. İlk çizgi filmi ile 18 aylık iken tanıştı. Haliyle yemek alışkanlığı kazandığı dönemde televizyon ya da tabletten bir şeyler izlemek istemedi. Buna gerek duymadı. İlgisi hep yediği yemeğin ve bizim üzerimizde oldu. Böylelikle yemeğin aynı zamanda sosyal bir ihtiyaç olduğu bilinci de yerleşti.
Öyle günler oldu ki saçından balık temizlediğimi bilirim. Bazen günde üç defa duş aldırmam, sürekli yer ve koltuk silmem, mama sandalyesini deterjanla ovup yıkamam gerekiyordu. Hiç üşenmedim. Gittiğimiz bir otelde Duru yemek yerken etrafı o kadar kirletmişti ki yabancı misafirler dışında herkes bize inanmayan gözlerle bakıyor, benim rahatlığıma şaşırıyorlardı. İlle de garsonların nefretini kazandığıma eminim. Sadece yanımızdan geçen yabancı turistler gülümsüyor, halden anlayan tavırlarla selam veriyorlardı. Yılmadım. Zira beni maksimum altı ay zorlayacak olan bu dönemin geçeceğini biliyordum. Nitekim öyle de oldu.
Duru yaşına geldiğinde çatal ve kaşık kullanan, neredeyse hiç dökmeden yemeğini yiyebilen, doyduğu zaman söyleyen, doymadığında "bi daa" diye isteyen bir çocuk oldu. Öğünlerini her zaman bizimle birlikte, bizim yemek yediğimiz takımlarını kullanarak yedi. Böylece ne kendini dışlanmış hissetti ne de bir ayrıcalığı olduğuna inandı.
Şimdilerde yemek yerken hiçbir sıkıntı yaşamıyoruz. Yardımsız, işi oyuna dökmeden, etrafı ve üzerini kirletmeden yiyen bir çocuk oldu. Böylece ben de çocuk peşinde koşarken aç kalan annelerden olmadım.
Eğer siz de yediği yemeğin tadına varan bir çocuğunuz olsun istiyorsanız etrafın kirleneceği korkusundan uzaklaşın ve kaşığı çocuğunuzun eline verin. Zira temiz bir eve sahip olmak en fazla iki saattinizi alır ama iyi kazanılmış bir yemek kültürü bir ömür çocuğunuzla kalır :)
Ben bunun faydasını en çok Duru'ya yeme alışkanlığı kazandırırken gördüm. Duru'un açlığına ve tokluğuna hep saygı duydum. Doğduğu ilk günden bu yana yemesi için zorlamadım. Reddettiği zamanlarda bazen çok üzülerek de olsa yemeği önünden aldım. Kaşık veya biberon ile peşinden koşmadım. Biliyordum ki o da doğadaki her canlı gibi aç olsa yer idi.
Ek gıdaya geçişimizle birlikte bir karar vermem gerekiyordu. Ya üzerini ve etrafı kirletme pahasına kendi başına yemesine izin verecektim ya da ben yedirecektim. Konu ile ilgili okuduğum bütün makaleler çocuğun kendi kendine yemesinin teşvik edilmesi üzerine idi. Ben de öyle yaptım.
Bizim evimizde televizyon açılmaz. Açılsa dahi izlenmez. Çok klişe geliyor kulağa biliyorum; ama sahiden de öyle. Takip ettiğimiz bir dizi yok. Ülke gündeminden dolayı haber izlemeyi de bıraktık. Açıkçası internet bu konuda daha objektif bir haber kaynağı. Ki zaten çok mühim bir gündem varsa gelip bizi buluyor. Dolayısıyla bu halden Duru da nasibini aldı. Televizyon izlemek için tutturan bir çocuk olmadı hiç. İlk çizgi filmi ile 18 aylık iken tanıştı. Haliyle yemek alışkanlığı kazandığı dönemde televizyon ya da tabletten bir şeyler izlemek istemedi. Buna gerek duymadı. İlgisi hep yediği yemeğin ve bizim üzerimizde oldu. Böylelikle yemeğin aynı zamanda sosyal bir ihtiyaç olduğu bilinci de yerleşti.
Öyle günler oldu ki saçından balık temizlediğimi bilirim. Bazen günde üç defa duş aldırmam, sürekli yer ve koltuk silmem, mama sandalyesini deterjanla ovup yıkamam gerekiyordu. Hiç üşenmedim. Gittiğimiz bir otelde Duru yemek yerken etrafı o kadar kirletmişti ki yabancı misafirler dışında herkes bize inanmayan gözlerle bakıyor, benim rahatlığıma şaşırıyorlardı. İlle de garsonların nefretini kazandığıma eminim. Sadece yanımızdan geçen yabancı turistler gülümsüyor, halden anlayan tavırlarla selam veriyorlardı. Yılmadım. Zira beni maksimum altı ay zorlayacak olan bu dönemin geçeceğini biliyordum. Nitekim öyle de oldu.
Duru yaşına geldiğinde çatal ve kaşık kullanan, neredeyse hiç dökmeden yemeğini yiyebilen, doyduğu zaman söyleyen, doymadığında "bi daa" diye isteyen bir çocuk oldu. Öğünlerini her zaman bizimle birlikte, bizim yemek yediğimiz takımlarını kullanarak yedi. Böylece ne kendini dışlanmış hissetti ne de bir ayrıcalığı olduğuna inandı.
Şimdilerde yemek yerken hiçbir sıkıntı yaşamıyoruz. Yardımsız, işi oyuna dökmeden, etrafı ve üzerini kirletmeden yiyen bir çocuk oldu. Böylece ben de çocuk peşinde koşarken aç kalan annelerden olmadım.
Eğer siz de yediği yemeğin tadına varan bir çocuğunuz olsun istiyorsanız etrafın kirleneceği korkusundan uzaklaşın ve kaşığı çocuğunuzun eline verin. Zira temiz bir eve sahip olmak en fazla iki saattinizi alır ama iyi kazanılmış bir yemek kültürü bir ömür çocuğunuzla kalır :)
Anda baru saja membaca artikel yang berkategori bi tavsiye |
duru hayat |
yemek
dengan judul Bırakın Kendi Yesin. Jika kamu suka, janganlike dan bagikan keteman-temanmu ya... By : En Kolay Yolu
Ditulis oleh:
Adsız -
Belum ada komentar untuk "Bırakın Kendi Yesin"
Yorum Gönder